23 Mayıs 2019 Perşembe

2017-2018 ÖĞRETİM YILI HUKUK FELSEFESİ VE SOSYOLOJİSİ BÜTÜNLEME SINAVI


AKDENİZ ÜNİVERSİTESİ HUKUK FAKÜLTESİ 2017-2018 ÖĞRETİM YILI HUKUK FELSEFESİ VE SOSYOLOJİSİ BÜTÜNLEME SINAVI 20.06.2018
Sınav Yönergesi: Sınav süresi 105 dakikadır. Yirmi puanlık sorulardan birini, otuz puanlık sorulardan üçünü yanıtlayınız. Cevap kâğıdındaki ilk dört yanıt değerlendirmeye alınacaktır. Dijital kaynaklar hariç olmak üzere her tür basılı ve yazılı kaynağı kullanmak serbesttir. Ek kâğıt verilir. Tükenmez kalem kullanılmalıdır. Kitap ve makalelerden yaptığınız doğrudan alıntıların altını çiziniz. Uzun alıntılar ve ilgisiz açıklamalar not kırılmasına neden olur. İmla, kompozisyon ve yazının okunaklılığı değerlendirilerek kâğıdın geneli üzerinden puan ekleme veya azaltma yapılabilir. Sınav talimatını ve soruları anlamak sınava dâhildir. Cevap kâğıdınızın sonuna dersten geçmek için almanız gereken notu yazabilirsiniz. Sınav sonunda soru kâğıdını alabilirsiniz. Başarılar dilerim. Furkan Kararmaz
20 Puanlık Sorular:
1.     “Sosyolojinin gelişimi ve mevcut ilgi alanları, modern dünyayı yaratan değişiklikler bağlamında algılanmalıdır. Yoğun bir toplumsal dönüşüm çağında yaşıyoruz. Yalnızca iki yüzyıl gibi bir süre zarfında, bugün hızını azalmaktan çok arttıran, sınırsız bir toplumsal değişimler dizisi ortaya çıkmıştır. Köken olarak Batı Avrupa'dan yayılan bu değişimler etki alanları itibariyle artık küreseldirler. Değişimlerin özü bazılarının on sekizinci ve on dokuzuncu yüzyıl Avrupa'sının ‘iki büyük devrimi’ olarak tanımladıkları olaylarda yatmaktadır” ifadesinde geçen iki büyük devrim hangileridir? Bu devrimlerin sosyolojinin ortaya çıkmasında ve gelişmesinde ne gibi etkileri olmuştur? (20 Puan)
Bunların ilki hem belirli bir olaylar dizisi hem de çağımızda siyasi dönüşümlerin simgesi olan 1789 Fransız Devrimi' (5p.)dir. Fransız devrimi kitlelerin politik tutumlarının önem kazanmasına ve bu nedenle geniş halk gruplarının davranışlarının önceden kestirilmesinin bir gereklilik haline gelmesine neden olmuştur. (5p.) Fransız Devrimi önceki dönemlerde görülen isyanlardan oldukça farklıdır. Örneğin köylüler ara sıra feodal idarecilere karşı ayaklanmışlardır. Ama bu ayaklanmalar genellikle belli bazı idarecileri iktidardan uzaklaştırmak veya fiyatlarda ve vergilerde kesintiler yapılmasını sağlamak amacıyla gerçekleştirilmiştir. 1776'da Kuzey Amerika'da yapılan sömürge karşıtı devrim gibi bazı istisnalar dışında tarihte ilk defa Fransız Devrimi'nde bir toplumsal düzen, evrensel özgürlük ve eşitlik gibi salt dünyevi ideallerin kılavuzluğundaki bir hareket tarafından tamamen ortadan kaldırılmıştır. İdealleri bugün bile pek az anlaşılmış olsa da bu devrimciler modern tarihin dinamik inançlarından birinin doğruluğunu kanıtlayan siyasi bir değişim iklimi yarattılar. Gerçek siyasi nitelikleri ne olursa olsun bugün dünyada yöneticileri tarafından demokrasi olduğu ilan edilmemiş çok az devlet vardır. Bu insanlık tarihinde tamamen alışılmamış bir şeydir. Özellikle Eski Yunan ve Roma Cumhuriyetleri gibi başka cumhuriyetlerin de var olduğu doğrudur. Ancak bunlar nadir örneklerdir. Ve her iki durumdadır "vatandaşları" oluşturanlar nüfus da azınlıktadır. Çoğu köledir ya da vatandaşlar arasındaki seçkin grupların ayrıcalıklarından yoksundurlar.
İkinci "büyük devrim" on sekizinci yüzyılın sonlarında Britanya'da ortaya çıkan ve on dokuzuncu yüzyılda tüm Batı Avrupa'ya ve Amerika Birleşik Devletleri'ne yayılan sanayi devrimidir(5p.). Sanayi devrimi bazen yalnızca özellikle buhar gücünün imalatta kullanılması ve bu tür güç kaynaklarıyla çalıştırılan yeni makine türlerinin ortaya çıkması gibi teknik yenilikler dizisi olarak sunulur. Ancak bu teknik buluşlar daha geniş toplumsal ve ekonomik değişiklerin sadece bir parçasıydı. Bunların en önemlisi iş gücünün büyük bir kısmının tarımdan sürekli büyüyen sanayi sektörlerine göçüydü. Bu sonuçta tarımsal üretimin yaygın olarak makineleşmesine de neden olan bir süreçti. Aynı süreç kentlerin yine tarihte benzeri görülmemiş ölçüde genişlemesine sebep olmuştur. Sosyoloji, kişiler bu değişimlerin oluşum şartlarını ve olası sonuçlarını anlamaya çalıştıkça varlık kazanmıştır. (5p.)

2.     Tanzimat ve Erken Cumhuriyet dönemlerinin kanunlaştırma ve iktibas girişimlerini amaç, kapsam ve muharrik güçler bakımından karşılaştırınız. (20 Puan)
Tanzimat sonrası dönemdeki yoğun düzenleme süreci içerisinde göze çarpan en belirgin özellik, başta Fransa olmak üzere, yabancı ülkelerden alınan kanunların bir bütün olarak değil şer’i şerife uymayan maddelerinin budanmışlığı(5p.) nedeniyle kısaltılmış biçimde alınması ve bunların yerin dışarıdan kuralların eklenmesidir. Bu durum, hukuk alanında tam bir ikiliğin ortaya çıkmasına neden olmuştur. Kültürel iki başlılığın hukuk alanına ilk yansımaları bunlardır. Bir yandan batıdan hukuk alınırken diğer yandan Mecelle’nin kabul edilmesi bu çift başlılığı iyice görünür kılmıştır.
Cumhuriyet dönemi kanun alımlarında amacın yalnızca bir medeni kanun alımı olmayıp, o kanunu yaratmış olan uygarlık ve kültür bütününün hedef olarak seçildiği(5p.) açıkça görünmektedir. Bu bakımdan iki dönem arasında amaçta bir farklılık olduğu görülmektedir. Yine Batı-Osmanlı ilişkilerinde, çağdaşlaşmanın dozunu da Batı ayarlamaktadır, daha doğrusu Osmanlı devletinin çağdaşlaşmasını Batı, kendi çıkarlarına göre yönlendirebilmektedir. Oysa, emperyalizme karşı cepheden bir savaş vermiş olan TBMM hükümeti, kazandığı bağımsızlığıyla, ülkesinin ve halkının geleceğine ilişkin kararları da bağımsız olarak verebilmek konumundadır(5p.). Dolayısıyla iki dönemdeki kanun alımı hareketlerinin iradi nitelikleri farklıdır. Üçüncü fark olarak cumhuriyet döneminde kanun alımında dini hassasiyetlerin özellikle bir kenara bırakıldığı; siyasette ve idarede benimsenen laik tutumun kanun alımına da yansıdığı görülmektedir(5p.). Bu tutum iktibas girişimlerinin kapsam açısından da farklı olmasına neden olmuştur.

30 Puanlık Sorular:
3.     “Devlet -kendi işledikleri hariç- adaletsizlikleri önleyen kurumdur” sözü hangi düşünüre aittir? Bu düşünürün siyasi iktidarın ortaya çıkışı ve meşruluk kazanması süreçlerine ilişkin görüşlerini kısaca açıklayınız. (30 Puan)
Mezkur söz İbn Haldun’a aittir. (5p.)
İbn Haldun’a göre devlet, kuruluş aşamasında hükmetme arzusuna, fiili güç üstünlüğüne dayansa da(5p.), sonraları insanı toplum içindeki diğer insanların saldırı ve zulmünden korumak üzere kurulmuş bir müessesedir. Bu bakımdan İbni Haldun devleti Aristo gibi ortak iyiyi gerçekleştirmek için kurulmuş bir topluluk olarak vasıflandırmakla yetinmez. O, devletin daha başka sebeplerle (soylararası veya toplumlararası rekabet ve savaş, fetihler ve iktidar üstünlüğü kazanma hırsı vb.) kurulmuş olmakla birlikte kuruluşundan sonra müşterek iyiyi gerçekleştirmekle yükümlü bir kurum halini aldığını söyler. (5p.)
Siyasi iktidarın ortaya çıkışı zorunluluk dolayısıyladır. Göçebe cemiyetlerde nüfusun azlığı, herkesin birbirini tanıması, nesebin açıkça belirli oluşu gibi olgular nedeniyle asabiyye bağının kuvveti fazladır ve bu bağın sağladığı spontane örf düzeni kafidir. Halbuki gerek muhtelif kabileler arası savaş ve karışma vakaları gerek yerleşik medeniyetler haline geçme süreci sonunda bu ilk kabilevi grup eski uyum ve dayanışmasını yitirir. Nüfus kalabalıklaşır, nesepler karışır toplumda belirli servet birikmeleri olur, mülkiyet artar. Böylece asabiyyet bağından doğan bağlılık bu karmaşık toplumu düzenleyecek kuvvetini kaybeder. Bu safhada soyları, seviyeleri, hayat tarzları, meslekleri birbirinden farklı karmaşık bir insan kütlesini düzen altında yaşatabilmek için teşkilatlı ve merkezi bir zorlama aygıtının varlığı gerekmektedir. İşte siyasi iktidar bu işlevi üzerine alır. (5p.)
İbni Haldun devletin ve siyasal iktidarın doğuşunu fiili bir güç üstünlüğüne bağlamaktadır. Ancak çıplak gücün zamanla nasıl olup da meşru bir otoriteye dönüştüğünü de gerçekçi ve sosyolojik bir yaklaşımla açıklar. Başlangıçta asabiyyeti güçlü soy, devleti kuruluşunun başında sırf güç üstünlüğüne, cebre dayanarak yönetir. Doğal olarak bu durum hükmedilenler arasında öfke ve kin yaratır. Ancak bu psikolojik durum uzun süre devam etmez. Halkın bir yandan dayanma gücünden yoksun olması, öte yandan yenilginin ilk acısını zamanla unutması, hele hükümdarın akli bir siyaset gütmesi de eklenirse, yavaş yavaş hakim soya, hükümdara olan düşmanlık duygularını zayıflatır. Zaman ilerledikçe eski ezilenler, hükümdarlığın o soydan gelenlerin doğal hakkı, onlara boyun eğmenin de dini bir görev olduğuna inanmaya başlarlar. İşte “kalplerde bu inanç yerleştikten sonra, insanlar inançlarını koruyarak savaştıkları gibi, onların (hükümdarların ve devletin) düşmanları ile de savaşırlar. İbni Haldun burada şu psikolojik etkenin de rol oynadığını belirtir: İnsan çoğu kez yenilgisinin güçsüzlük gibi doğal bir sebebe dayandığını göremeyerek, kendisini yenenin bir takım üstün niteliklere sahip olduğuna inanır ve daha sonraları onu kendine örnek edinir, ona benzemeye çalışır; yahut kendisine üstün gelenin galebesinin asabiyyet, kuvvet ve cesaretten değil de, mezhep ve meşgalesinden ileri geldiği zannına kapılır, bu zannını galebenin gerçek sebepleri ile karıştırır. Böylece yenilgiye uğrayan halk, kendisini yenen soyun giyim kuşamlarını olduğu kadar din, mezhep, örf ve adetlerini de taklit ederek benimser, onunla kaynaşıp gider. Böylece başlangıçta sevilmeyen soy ile halk arasında asabiyyet bağını gereksiz kılan yeni bir ilişki, yeni bir dayanışma türü ortaya çıkar. (10p.)

4.     “Hukuk sosyolojisinin inceleme alanı ister geçmişte, ister günümüzde olsun, her toplumda gerçekten uygulanmış ve uygulanmakta olan hukuk, yani yaşayan hukuktur. Bu yaşayan hukukun kapsamı, dogmatik hukukun sınırlarını çizdiği pozitif hukuktan daha geniştir” ifadesinde geçen ‘yaşayan hukuk’un kapsamında neler yer almaktadır? Örneklerle açıklayınız. (30 Puan)
1. Yetkili organlarca yürürlüğe konmuş olan yazılı hukukun etkin olan yani kendisine uyulan kısmı, özellikle günümüzde, yaşayan hukukun en büyük ve önemli kısmını oluşturur. (5p.)  Yaptırımları ne denli ağır olursa olsun, şu ya da bu nedenle uygulanmayan kurallar, hukuk sosyolojisi bakımından “ölü kurallar”, “kağıt üzerinde kalan” kurallar sıfatıyla bir yana bırakılırlar, ama gerektiğinde niçin uygulanmadıkları sosyolojik araştırmalara konu olur. (5p.)
2. Örf- adet hukuku, yazılı olmayan, kendiliğinden doğan hukukun tipik örneği olduğu için yaşayan hukukun büyük bir kısmını oluşturur. (5p.)  Pozitif hukuk bilimi açısından örf-adet hukukunun kabulü, birçok ülkede olduğu gibi, ülkemizde de “devlet desteğine sahip olmasına”, “pozitif hukuk düzenine aykırı bulunmamasına” bağlıdır. Oysa hukuk sosyolojisi açısından devlet desteğinden yoksun olanlar, hatta suç sayılıp cezalandırılan örfi ya da teamüli kurallar bile, yaşayan hukuka dâhildir ve incelenmelidir. (5p.) Ancak sosyolojik incelemenin amacı, bu tür kuralları haklı kılmak, onlara meşruiyet tanımak değildir. Amaç onların mahiyetini anlamaktır.
3. Örf-adet hukukundan ayırmak için “spontane”, “kendiliğinden doğan” hukuk diyeceğimiz yazısız hukuk kuralları da yaşayan hukukun bir bölümünü oluşturur. (5p.)  Toplumsal yaşam son derece değişkendir; karmaşıklaşan yaşam koşulları, ekonomik teknolojik değişmeler her gün her an acil çözüm bekleyen yeni sorunları ortaya çıkarmaktadır. İşte bu nedenle toplum içindeki türlü ilişkiler, türlü gruplar (aile, dernekler, sendikalar, partiler, şirketler, odalar, işletmeler vb.) yazılı hukukun, mahkeme kararlarının yetersiz kaldığı ya da öngörmediği durumların ortaya çıkması halinde, yasama faaliyetinin ağır işleyişini beklemeksizin, kendi hukuklarını ister istemez yaratırlar. Bu yolla yaratılan hukuk önce ilgililer çevresinde yerleşir, zamanla uygulana uygulana örf-adet hukukuna dönüşebilir; bir süre sonra ortadan kalabilir ya da kanun koyucu tarafından benimsenerek yazılı hale dönüştürülebilir. Bunun yanı sıra belirli bölgelerde veya iş kollarında devlet hukukuna alternatif olarak farklı normlar spontane bir biçimde ortaya çıkıp kişilerarası ilişkilerde etkili olabilir. Örneğin Yasin Durak’ın Emeğin Tevekkülü isimli çalışmasında böyle bir durumla karşılaşmaktayız. Konya Organize Sanayi Bölgesi’nde İslami referansları olan ve enformel ilişki ağlarınca gözetilip gayri resmi olarak yaptırıma bağlanan bir tür yaşayan hukuk yapısının ortaya çıktığı görülmektedir. (5p.)


5.     "İdeolojik söylemi, ampirik ve normatif öğelerle örülmüş, içinde birincinin yapı ve düzeninin, nihai olarak, ikincinin gerekleri tarafından belirlendiği karmaşık bir ağ olarak düşünmek olanaklıdır" ifadesini örneklerle açıklayınız. (30 Puan)
Bu ifade ideolojik söylemin, fikirlerin, olgulardan çıkartılması yerine, olguların niteliklerini belirleme edimini yönlendirmek için kullanıldığını ifade etmektedir. Toplumsal olguları ideolojik bir bakış açısıyla ele alan ve değerlendiren kişi, benimsediği ideolojinin normları ve ölçütleri çerçevesinde bu olguları algılar. Bu nedenle aynı olgunun anlamı ve o olguya ilişkin değer yargısı kişiden kişiye değişebilmektedir. Örneğin aynı kişi bir bakış açısında kahraman olarak görülürken başka bir bakış açısında vatan haini olarak değerlendirilebilmektedir. Yine aynı hükümet bir bakış açısında özgürlükçü ve demokratik görülürken başka bir bakış açısında otokrat görülebilir. Aynı ampirik gerçekliğin bu tür farklı yapılar içerisinde algılanmasının temelinde kişilerin benimsedikleri ideolojilerin normatif öğeleri belirleyici olmaktadır. (10p.)
İdeolojik etkilerle belirlenen algılar, grupların toplumsal pratiklerini de belirlemektedir. Kişiler algıları üzerinden kararlar alıp davranışlarda bulunulurlar. Bu bakımdan ideolojik söylemdeki normatif öğeler, bu ideolojileri benimseyen kişi ve grupların dışa yansıyan, gözlemlenebilir davranışları üzerinde de etkili olarak söz konusu ideolojinin ampirik öğelerinin yapı ve düzenini belirlemektedirler. (10p.)
Bu durum, ideolojik yargılar ile ampirik düzlemde mücadele edilmesini zorlaştırmaktadır. Örneğin Almanya içinde yaşayan Türklerin 2035 yılından sonra Almanya nüfusunun çoğunluğunu oluşturacaklarını söyleyen bir Neonazi, bu önermenin ampirik olarak yanlış olduğu kendisine gösterilse bile Neonaziliği bırakması konusunda pekala da ikna edilmeyebilir; çünkü bu önerme savunduğu milliyetçiliğin nedeni değil, milliyetçiliği savunurken kullandığı dayanaklardan biridir. Bu iddia çürütülse bile, yapacağı şey ya onu biraz değiştirmek, ya da tamamen atarak, doğru veya yanlış, yeni bir iddiaya sarılmak olacaktır. Bu nedenle ideoloji bireylere yanlış betimlemeler yerine doğruları sunularak kökten dönüştürülemez… yani ideoloji bu anlamda sadece bir hata değildir. Bir bilinç biçimine, ne kadar yanlış olursa olsun, sırf bir olgusal yanılgı içinde olduğu için ideolojiktir diyemeyiz. “İdeolojik hata”dan söz etmek, belirli nedenleri ve işlevleri olan bir hatadan söz etmektir. (10p.)

6.     Flört şiddetinin, onu ev-içi şiddetten farklı kılan ne gibi özellikleri vardır? Açıklayınız. (30 Puan)
Flört şiddeti, flört ilişkisi içindeki bireylerin birbirlerine cinsel, fiziksel, sözel ve duygusal istismar uygulaması ve sosyal kısıtlamalara maruz bırakması olarak tanımlanabilir. Flört şiddetinde kişi diğerine kötü davranarak kendi kontrolünü devam ettirmeye çalışır. Flört şiddeti, nedenleri, yaşanma şekli ve sonuçları bağlamında değerlendirildiğinde diğer şiddet türlerinden farklılaşmaktadır. Bunun bir nedeni, bu grubun toplumsal değerlerinin yeni oluşuyor olması nedeni ile yaşadıkları şiddetin farkında olmayabilmeleridir. Yaşam deneyimi bakımından zayıf ve karakteri henüz oluşma aşamasında olan bireyler, şiddetli ilişkiyi ilişkinin olağan biçim olarak görebilmekte veya kendilerine yönelik değersizlik algısı geliştirebilmektedirler. (10p)
Flört şiddetini ev içi şiddetten ayıran bir diğer neden nikâh olmaksızın cinselliğin her biçimiyle toplumda bir tabu niteliği taşıyor olmasıdır. Toplumsal tabular, bir toplumda var olan ancak üzerinde konuşulmaması hakkında toplumun genelinde gizli bir uzlaşmanın hâkim olduğu konulardır. Toplumdaki ortalama tip, tabular hakkında konuşmaz, konuşulmasından rahatsız olur veya konuşulduğunda şakaya vurarak konuyu karikatürize etme eğilimindedir. Flört ilişkileri temelinde cinsel çekim bulunan insanlar arası ilişkiler olarak karşımıza çıkar. Genel olarak sevgili olma, sevgililik şeklinde ifa edilmektedir. Temelinde cinsel çekimin olması, flört ilişkilerinin de genel olarak tabu niteliği taşımasına neden olmaktadır. Bu tabu niteliği nedeniyle bu tür şiddetin mağduru olan gençlerin ailelerinden yardım alma olanağı ev içi şiddet mağdurlarından daha düşük olmaktadır. Gençlerin flört ilişkilerini açık etmek istememeleri ve şiddete karşı duracak güçten yoksun olmaları ilişkilerinde yaşanan şiddeti ilişki dışına çıkarmamalarında etken olabilir. Gençlerin olası bir şiddet problemini çözmede başvuracakları, yardım isteyecekleri kimse bulunmayabilir. Benzer deneyimler yaşayan kişilerin varlığı, yaşanan şiddetin normal olduğu düşüncesine neden olabilmektedir. Ayrıca ergenlik döneminin verdiği bağımsızlık duygusu gençlerin yetişkinlere öneri almak amacıyla başvurmaktan kaçınmalarına neden olabilmektedir. (10p)
Flört şiddetini farklı kılan bir diğer neden ise, gençlerin yaşadıkları şiddetle nasıl başa çıkacaklarının bilincinde olmayabilmeleri, ilişki içerisinde oldukları kişiye yönelik sevgilerinden ötürü yaşadıkları şiddeti göremiyor olabilmeleridir. Flört ilişkilerinde, şiddetli davranışlar romantizmle veya sevmeyle ilişkilendirilerek meşrulaştırılabilmektedir. (10p) Flört şiddetinin fiziksel, psikolojik ve sosyal olumsuz sonuçları, bu dönemde yaşanan şiddetin daha sonraki ilişkilere de etki edecek olduğu düşünüldüğünde bu konunun daha çok daha derinlemesine ele alınması gerektiği, flört şiddetinin önlenmesi ve ortadan kaldırılması için çaba sarf edilmesi gerektiği sonucu açıkça ortaya çıkmaktadır.

7.     Refah devleti doktrininin batılı ülkelerce benimsenmesi ve terk edilmesi hangi dönemlerde, hangi olaylar ve etkenler sonucunda olmuştur? Kısaca açıklayınız. (30 Puan)
Refah devleti kavramı, tüm uyruklarının refahını (yani sadece hayatta kalmaktan fazlasını; belirli bir toplumda, belirli bir zamanda, onurlu bir şekilde hayatta kalmayı) sağlamanın devletin yükümlülüğü olduğu düşüncesini ifade eder.
Refah devleti doktrini, Büyük Bunalım, Sosyalizm tehdidi ve İkinci Dünya Savaşı’nın gündemde olduğu 30’lu yıllarda Batı ülkelerinde yaygın kabul görmeye başlamış ve neo-liberal politikaların güç kazanmaya başladığı 70’li yıllardan itibaren genel olarak terk edilmeye başlanmıştır. (10p)
Refah devletinin ortaya çıkışındaki muharrik güçler şöylece sıralanabilir:
-          Zayıf düşen, kendi kurtuluşunun koşullarını kendi başına ve siyasal yardım olmaksızın yaratmaktan aciz kapitalist ekonominin baskıları;
-          Kendini ‘ekonomik dalgalanmalar’ karşısında tek başına ve siyasal yardım olmaksızın korumaktan aciz, örgütlenmiş emeğin baskıları;
-          Siyasal denetimden yoksun bir ekonominin kemirici tesirlerini geçiştirmede devletin üyelerine yardım etmesine duyulan acil ihtiyaç. (10p)
Refah devletinin terk edilmesinde etkili olan muharrik güçler şöyle açıklanabilir:
Refah devleti, sosyal sınıflar arasında yeniden bir sosyal sözleşme sağladı. Onun başarısı da bu barış getirici ve barış koruyucu işleviyle açıklandı. İşçilerin kapitalist patronları tarafından koyulan kurallara itaatini daha iyi muhafaza etti ve bunu sadece zorlayıcı tedbirlerle desteklenen çalışma etiğinin yapabileceğinden çok daha ucuz bir bedel karşılığında yaptı. Refah devleti sürekli olarak “emeğin yeniden metalaştırılması”nda çok önemli bir rol oynadı; iyi nitelikli bir eğitim, yeterli sağlık hizmeti, nezih konutlar ve yoksul ailelerin çocukları için sağlıklı beslenme sağlayarak kapitalist endüstriye çalıştırılmaya müsait emekten oluşan düzenli bir stok oluşturdu; bu tek bir firmanın veya şirketler grubunun kendi başına ulaşamayacağı bir sonuçtur.
Bununla birlikte, işverenlerin artık devletin bakımı altındaki yedek sanayi ordusuna tekrar ihtiyaç duymaları ihtimali giderek azalıyor. Halihazırda gereğinden fazla emek gücü bir daha asla bir meta olmayabilir; bunun sebebi talep yokluğundan dolayı emeğin kalitesinin düşmesi değildir. İç piyasasından hala doğması muhtemel olan böyle bir talep –gündelik, rastgele ve esnek (yani “son derece göze çarpan” ya da “iyi eğitilmiş” olmayan) işçilere olan talep- refah devletinin sakin ve huzurlu günlerinde yetiştirmeye çalıştığı, iyi eğitim görmüş, dinç ve kendine güvenen emek gücü çeşidine muhtemelen önem vermez.
Bir daha muhtemelen gereksinim duymayacakları emeğin “yeniden metalaştırılması” için harcama yapmakta yarar görmeyen saygıdeğer işadamları, refah maliyetlerini paylaşmaları istendiğinde, yeni global özgürlüklerini, paralarını ve girişimlerini dışarıya, daha az talep eden yerlere aktarmak için kullanırlar. Refah standardını sağlam tutmakta ısrar eden hükümetler bundan dolayı “çifte darbe” yemekten korkarlar: Evsizler ve yoksulların içeriye akın etmesi ve sermayenin (ve dolayısıyla potansiyel gelir kaynaklarının) dışarıya akın etmesi. (10p)

10 Puanlık İkramiye Soru:
8.     Aşağıdaki şiir kime aittir? Yazıldığı bağlamı gözeterek şiiri açıklayınız.
“Yıkılıpdur bu cihân, sanma ki bizde düzele!
Devleti çarh-ı denî verdi kamu müptezele,
Şimdi ebvâb-ı sa’âdetde gezen hep hezele
İşimiz kaldı hemân merhamet-i Lem-Yezel’e.”
Şiir, 26. Osmanlı Padişahı III. Mustafa’ya aittir. (5p.) Günümüz Türkçesi ile şöyle ifade edilebilir:
“Dünya yıkılıp gitmektedir, bizde düzeleceğini sanma.
Alçak felek devlet çarkını aşağılık kimselerin eline verdi.
Şimdi saadet kapısında gezenler hep o yüzsüzlerdir.
İşimiz Allah'ın merhametine kaldı.”

1757 ve 1774 yılları arasında hüküm sürmüş olan Padişah, bu şiiri ile o dönemde Osmanlı idaresinde yaşanan yozlaşmayı ifade etmektedir. Bu bakımdan Tanzimat ve dağılma dönemlerine giden yolun o zamanlardan açılmış olduğunu, Padişahların dahi bu konuda elinin kolunun bağlanmış olduğunu ifade etmesi bakımından ilgi çekici bir şiir olarak değerlendirilebilir. (5p.)


Hiç yorum yok:

Yorum Gönder