AKDENİZ
ÜNİVERSİTESİ HUKUK FAKÜLTESİ 2017-2018 ÖĞRETİM YILI HUKUK FELSEFESİ VE
SOSYOLOJİSİ BÜTÜNLEME SINAVI 20.06.2018
Sınav
Yönergesi: Sınav
süresi 105 dakikadır. Yirmi puanlık sorulardan birini, otuz puanlık sorulardan üçünü
yanıtlayınız. Cevap kâğıdındaki ilk dört yanıt değerlendirmeye alınacaktır.
Dijital kaynaklar hariç olmak üzere her tür basılı ve yazılı kaynağı kullanmak
serbesttir. Ek kâğıt verilir. Tükenmez kalem kullanılmalıdır. Kitap ve
makalelerden yaptığınız doğrudan alıntıların altını çiziniz. Uzun alıntılar ve ilgisiz açıklamalar not
kırılmasına neden olur. İmla, kompozisyon ve yazının okunaklılığı
değerlendirilerek kâğıdın geneli üzerinden puan ekleme veya azaltma
yapılabilir. Sınav talimatını ve soruları anlamak sınava dâhildir. Cevap
kâğıdınızın sonuna dersten geçmek için almanız gereken notu yazabilirsiniz. Sınav
sonunda soru kâğıdını alabilirsiniz. Başarılar dilerim. Furkan Kararmaz
20
Puanlık Sorular:
1. “Sosyolojinin gelişimi ve mevcut ilgi
alanları, modern dünyayı yaratan değişiklikler bağlamında algılanmalıdır. Yoğun
bir toplumsal dönüşüm çağında yaşıyoruz. Yalnızca iki yüzyıl gibi bir süre
zarfında, bugün hızını azalmaktan çok arttıran, sınırsız bir toplumsal
değişimler dizisi ortaya çıkmıştır. Köken olarak Batı Avrupa'dan yayılan bu
değişimler etki alanları itibariyle artık küreseldirler. Değişimlerin özü
bazılarının on sekizinci ve on dokuzuncu yüzyıl Avrupa'sının ‘iki büyük
devrimi’ olarak tanımladıkları olaylarda yatmaktadır” ifadesinde
geçen iki büyük devrim hangileridir? Bu devrimlerin sosyolojinin ortaya
çıkmasında ve gelişmesinde ne gibi etkileri olmuştur? (20 Puan)
Bunların
ilki hem belirli bir olaylar dizisi hem de çağımızda siyasi dönüşümlerin
simgesi olan 1789 Fransız Devrimi' (5p.)dir.
Fransız devrimi kitlelerin politik tutumlarının önem kazanmasına ve bu
nedenle geniş halk gruplarının davranışlarının önceden kestirilmesinin bir
gereklilik haline gelmesine neden olmuştur. (5p.) Fransız Devrimi önceki dönemlerde görülen isyanlardan
oldukça farklıdır. Örneğin köylüler ara sıra feodal idarecilere karşı
ayaklanmışlardır. Ama bu ayaklanmalar genellikle belli bazı idarecileri
iktidardan uzaklaştırmak veya fiyatlarda ve vergilerde kesintiler yapılmasını
sağlamak amacıyla gerçekleştirilmiştir. 1776'da Kuzey Amerika'da yapılan
sömürge karşıtı devrim gibi bazı istisnalar dışında tarihte ilk defa Fransız
Devrimi'nde bir toplumsal düzen, evrensel özgürlük ve eşitlik gibi salt
dünyevi ideallerin kılavuzluğundaki bir hareket tarafından tamamen ortadan
kaldırılmıştır. İdealleri bugün bile pek az anlaşılmış olsa da bu devrimciler
modern tarihin dinamik inançlarından birinin doğruluğunu kanıtlayan siyasi
bir değişim iklimi yarattılar. Gerçek siyasi nitelikleri ne olursa olsun
bugün dünyada yöneticileri tarafından demokrasi olduğu ilan edilmemiş çok az
devlet vardır. Bu insanlık tarihinde tamamen alışılmamış bir şeydir.
Özellikle Eski Yunan ve Roma Cumhuriyetleri gibi başka cumhuriyetlerin de var
olduğu doğrudur. Ancak bunlar nadir örneklerdir. Ve her iki durumdadır
"vatandaşları" oluşturanlar nüfus da azınlıktadır. Çoğu köledir ya
da vatandaşlar arasındaki seçkin grupların ayrıcalıklarından yoksundurlar.
İkinci
"büyük devrim" on sekizinci yüzyılın sonlarında Britanya'da ortaya
çıkan ve on dokuzuncu yüzyılda tüm Batı Avrupa'ya ve Amerika Birleşik
Devletleri'ne yayılan sanayi devrimidir(5p.).
Sanayi devrimi bazen yalnızca özellikle buhar gücünün imalatta kullanılması
ve bu tür güç kaynaklarıyla çalıştırılan yeni makine türlerinin ortaya
çıkması gibi teknik yenilikler dizisi olarak sunulur. Ancak bu teknik
buluşlar daha geniş toplumsal ve ekonomik değişiklerin sadece bir parçasıydı.
Bunların en önemlisi iş gücünün büyük bir kısmının tarımdan sürekli büyüyen
sanayi sektörlerine göçüydü. Bu sonuçta tarımsal üretimin yaygın olarak
makineleşmesine de neden olan bir süreçti. Aynı süreç kentlerin yine tarihte
benzeri görülmemiş ölçüde genişlemesine sebep olmuştur. Sosyoloji,
kişiler bu değişimlerin oluşum şartlarını ve olası sonuçlarını anlamaya
çalıştıkça varlık kazanmıştır. (5p.)
|
2.
Tanzimat ve Erken Cumhuriyet dönemlerinin kanunlaştırma
ve iktibas girişimlerini amaç, kapsam ve muharrik güçler bakımından karşılaştırınız.
(20 Puan)
Tanzimat
sonrası dönemdeki yoğun düzenleme süreci içerisinde göze çarpan en belirgin
özellik, başta Fransa olmak üzere, yabancı ülkelerden alınan kanunların bir
bütün olarak değil şer’i şerife uymayan maddelerinin budanmışlığı(5p.) nedeniyle
kısaltılmış biçimde alınması ve bunların yerin dışarıdan kuralların
eklenmesidir. Bu durum, hukuk alanında tam bir ikiliğin ortaya çıkmasına
neden olmuştur. Kültürel iki başlılığın hukuk alanına ilk yansımaları
bunlardır. Bir yandan batıdan hukuk alınırken diğer yandan Mecelle’nin kabul
edilmesi bu çift başlılığı iyice görünür kılmıştır.
Cumhuriyet
dönemi kanun alımlarında amacın yalnızca bir medeni kanun alımı olmayıp, o
kanunu yaratmış olan uygarlık ve kültür bütününün hedef olarak seçildiği(5p.) açıkça
görünmektedir. Bu bakımdan iki dönem arasında amaçta bir farklılık olduğu
görülmektedir. Yine Batı-Osmanlı ilişkilerinde, çağdaşlaşmanın dozunu da Batı
ayarlamaktadır, daha doğrusu Osmanlı devletinin çağdaşlaşmasını Batı, kendi
çıkarlarına göre yönlendirebilmektedir. Oysa, emperyalizme karşı cepheden bir
savaş vermiş olan TBMM hükümeti, kazandığı bağımsızlığıyla, ülkesinin ve
halkının geleceğine ilişkin kararları da bağımsız olarak verebilmek
konumundadır(5p.). Dolayısıyla iki dönemdeki kanun
alımı hareketlerinin iradi nitelikleri farklıdır. Üçüncü fark olarak
cumhuriyet döneminde kanun alımında dini hassasiyetlerin özellikle bir kenara
bırakıldığı; siyasette ve idarede benimsenen laik tutumun kanun alımına da
yansıdığı görülmektedir(5p.). Bu tutum iktibas girişimlerinin
kapsam açısından da farklı olmasına neden olmuştur.
|
30
Puanlık Sorular:
3. “Devlet -kendi işledikleri hariç-
adaletsizlikleri önleyen kurumdur” sözü hangi düşünüre
aittir? Bu düşünürün siyasi iktidarın ortaya çıkışı ve meşruluk kazanması
süreçlerine ilişkin görüşlerini kısaca açıklayınız. (30 Puan)
Mezkur
söz İbn Haldun’a aittir. (5p.)
İbn
Haldun’a göre devlet, kuruluş aşamasında hükmetme arzusuna, fiili güç
üstünlüğüne dayansa da(5p.), sonraları insanı toplum
içindeki diğer insanların saldırı ve zulmünden korumak üzere kurulmuş bir
müessesedir. Bu bakımdan İbni Haldun devleti Aristo gibi ortak iyiyi
gerçekleştirmek için kurulmuş bir topluluk olarak vasıflandırmakla yetinmez.
O, devletin daha başka sebeplerle (soylararası veya toplumlararası rekabet ve
savaş, fetihler ve iktidar üstünlüğü kazanma hırsı vb.) kurulmuş olmakla
birlikte kuruluşundan sonra müşterek iyiyi gerçekleştirmekle yükümlü bir
kurum halini aldığını söyler. (5p.)
Siyasi
iktidarın ortaya çıkışı zorunluluk dolayısıyladır. Göçebe cemiyetlerde
nüfusun azlığı, herkesin birbirini tanıması, nesebin açıkça belirli oluşu
gibi olgular nedeniyle asabiyye bağının kuvveti fazladır ve bu bağın
sağladığı spontane örf düzeni kafidir. Halbuki gerek muhtelif kabileler arası
savaş ve karışma vakaları gerek yerleşik medeniyetler haline geçme süreci
sonunda bu ilk kabilevi grup eski uyum ve dayanışmasını yitirir. Nüfus
kalabalıklaşır, nesepler karışır toplumda belirli servet birikmeleri olur,
mülkiyet artar. Böylece asabiyyet bağından doğan bağlılık bu karmaşık toplumu
düzenleyecek kuvvetini kaybeder. Bu safhada soyları, seviyeleri, hayat
tarzları, meslekleri birbirinden farklı karmaşık bir insan kütlesini düzen
altında yaşatabilmek için teşkilatlı ve merkezi bir zorlama aygıtının varlığı
gerekmektedir. İşte siyasi iktidar bu işlevi üzerine alır. (5p.)
İbni
Haldun devletin ve siyasal iktidarın doğuşunu fiili bir güç üstünlüğüne
bağlamaktadır. Ancak çıplak gücün zamanla nasıl olup da meşru bir otoriteye
dönüştüğünü de gerçekçi ve sosyolojik bir yaklaşımla açıklar. Başlangıçta
asabiyyeti güçlü soy, devleti kuruluşunun başında sırf güç üstünlüğüne, cebre
dayanarak yönetir. Doğal olarak bu durum hükmedilenler arasında öfke ve kin
yaratır. Ancak bu psikolojik durum uzun süre devam etmez. Halkın bir yandan
dayanma gücünden yoksun olması, öte yandan yenilginin ilk acısını zamanla
unutması, hele hükümdarın akli bir siyaset gütmesi de eklenirse, yavaş yavaş
hakim soya, hükümdara olan düşmanlık duygularını zayıflatır. Zaman
ilerledikçe eski ezilenler, hükümdarlığın o soydan gelenlerin doğal hakkı,
onlara boyun eğmenin de dini bir görev olduğuna inanmaya başlarlar. İşte
“kalplerde bu inanç yerleştikten sonra, insanlar inançlarını koruyarak
savaştıkları gibi, onların (hükümdarların ve devletin) düşmanları ile de
savaşırlar. İbni Haldun burada şu psikolojik etkenin de rol oynadığını
belirtir: İnsan çoğu kez yenilgisinin güçsüzlük gibi doğal bir sebebe
dayandığını göremeyerek, kendisini yenenin bir takım üstün niteliklere sahip
olduğuna inanır ve daha sonraları onu kendine örnek edinir, ona benzemeye
çalışır; yahut kendisine üstün gelenin galebesinin asabiyyet, kuvvet ve
cesaretten değil de, mezhep ve meşgalesinden ileri geldiği zannına kapılır,
bu zannını galebenin gerçek sebepleri ile karıştırır. Böylece yenilgiye
uğrayan halk, kendisini yenen soyun giyim kuşamlarını olduğu kadar din, mezhep,
örf ve adetlerini de taklit ederek benimser, onunla kaynaşıp gider. Böylece
başlangıçta sevilmeyen soy ile halk arasında asabiyyet bağını gereksiz kılan
yeni bir ilişki, yeni bir dayanışma türü ortaya çıkar. (10p.)
|
4. “Hukuk sosyolojisinin inceleme alanı
ister geçmişte, ister günümüzde olsun, her toplumda gerçekten uygulanmış ve
uygulanmakta olan hukuk, yani yaşayan hukuktur. Bu yaşayan hukukun kapsamı,
dogmatik hukukun sınırlarını çizdiği pozitif hukuktan daha geniştir” ifadesinde
geçen ‘yaşayan hukuk’un kapsamında neler yer almaktadır? Örneklerle açıklayınız.
(30 Puan)
1.
Yetkili organlarca yürürlüğe konmuş olan yazılı hukukun etkin olan yani
kendisine uyulan kısmı, özellikle günümüzde, yaşayan hukukun en büyük ve önemli
kısmını oluşturur. (5p.) Yaptırımları ne denli ağır olursa olsun, şu
ya da bu nedenle uygulanmayan kurallar, hukuk sosyolojisi bakımından “ölü
kurallar”, “kağıt üzerinde kalan” kurallar sıfatıyla bir yana bırakılırlar,
ama gerektiğinde niçin uygulanmadıkları sosyolojik araştırmalara konu olur. (5p.)
2.
Örf- adet hukuku, yazılı olmayan, kendiliğinden doğan hukukun tipik örneği
olduğu için yaşayan hukukun büyük bir kısmını oluşturur. (5p.) Pozitif hukuk bilimi açısından örf-adet
hukukunun kabulü, birçok ülkede olduğu gibi, ülkemizde de “devlet desteğine
sahip olmasına”, “pozitif hukuk düzenine aykırı bulunmamasına” bağlıdır. Oysa
hukuk sosyolojisi açısından devlet desteğinden yoksun olanlar, hatta suç
sayılıp cezalandırılan örfi ya da teamüli kurallar bile, yaşayan hukuka dâhildir
ve incelenmelidir. (5p.) Ancak sosyolojik incelemenin
amacı, bu tür kuralları haklı kılmak, onlara meşruiyet tanımak değildir. Amaç
onların mahiyetini anlamaktır.
3.
Örf-adet hukukundan ayırmak için “spontane”, “kendiliğinden doğan” hukuk
diyeceğimiz yazısız hukuk kuralları da yaşayan hukukun bir bölümünü
oluşturur. (5p.) Toplumsal yaşam son derece değişkendir;
karmaşıklaşan yaşam koşulları, ekonomik teknolojik değişmeler her gün her an
acil çözüm bekleyen yeni sorunları ortaya çıkarmaktadır. İşte bu nedenle
toplum içindeki türlü ilişkiler, türlü gruplar (aile, dernekler, sendikalar,
partiler, şirketler, odalar, işletmeler vb.) yazılı hukukun, mahkeme
kararlarının yetersiz kaldığı ya da öngörmediği durumların ortaya çıkması halinde,
yasama faaliyetinin ağır işleyişini beklemeksizin, kendi hukuklarını ister
istemez yaratırlar. Bu yolla yaratılan hukuk önce ilgililer çevresinde
yerleşir, zamanla uygulana uygulana örf-adet hukukuna dönüşebilir; bir süre
sonra ortadan kalabilir ya da kanun koyucu tarafından benimsenerek yazılı
hale dönüştürülebilir. Bunun yanı sıra belirli bölgelerde veya iş kollarında
devlet hukukuna alternatif olarak farklı normlar spontane bir biçimde ortaya
çıkıp kişilerarası ilişkilerde etkili olabilir. Örneğin Yasin Durak’ın Emeğin
Tevekkülü isimli çalışmasında böyle bir durumla karşılaşmaktayız. Konya
Organize Sanayi Bölgesi’nde İslami referansları olan ve enformel ilişki
ağlarınca gözetilip gayri resmi olarak yaptırıma bağlanan bir tür yaşayan
hukuk yapısının ortaya çıktığı görülmektedir. (5p.)
|
5.
"İdeolojik
söylemi, ampirik ve normatif öğelerle örülmüş, içinde birincinin yapı ve
düzeninin, nihai olarak, ikincinin gerekleri tarafından belirlendiği karmaşık
bir ağ olarak düşünmek olanaklıdır" ifadesini örneklerle açıklayınız.
(30 Puan)
Bu ifade ideolojik söylemin, fikirlerin,
olgulardan çıkartılması yerine, olguların niteliklerini belirleme edimini yönlendirmek
için kullanıldığını ifade etmektedir. Toplumsal olguları ideolojik bir bakış
açısıyla ele alan ve değerlendiren kişi, benimsediği ideolojinin normları ve
ölçütleri çerçevesinde bu olguları algılar. Bu nedenle aynı olgunun anlamı ve
o olguya ilişkin değer yargısı kişiden kişiye değişebilmektedir. Örneğin aynı
kişi bir bakış açısında kahraman olarak görülürken başka bir bakış açısında
vatan haini olarak değerlendirilebilmektedir. Yine aynı hükümet bir bakış
açısında özgürlükçü ve demokratik görülürken başka bir bakış açısında otokrat
görülebilir. Aynı ampirik gerçekliğin bu tür farklı yapılar içerisinde
algılanmasının temelinde kişilerin benimsedikleri ideolojilerin normatif
öğeleri belirleyici olmaktadır. (10p.)
İdeolojik etkilerle belirlenen algılar,
grupların toplumsal pratiklerini de belirlemektedir. Kişiler algıları
üzerinden kararlar alıp davranışlarda bulunulurlar. Bu bakımdan ideolojik
söylemdeki normatif öğeler, bu ideolojileri benimseyen kişi ve grupların dışa
yansıyan, gözlemlenebilir davranışları üzerinde de etkili olarak söz konusu
ideolojinin ampirik öğelerinin yapı ve düzenini belirlemektedirler. (10p.)
Bu durum, ideolojik yargılar ile ampirik
düzlemde mücadele edilmesini zorlaştırmaktadır. Örneğin Almanya içinde yaşayan Türklerin 2035 yılından sonra
Almanya nüfusunun çoğunluğunu oluşturacaklarını söyleyen bir Neonazi, bu
önermenin ampirik olarak yanlış olduğu kendisine gösterilse bile Neonaziliği
bırakması konusunda pekala da ikna edilmeyebilir; çünkü bu önerme savunduğu
milliyetçiliğin nedeni değil, milliyetçiliği savunurken kullandığı
dayanaklardan biridir. Bu iddia çürütülse bile, yapacağı şey ya onu biraz
değiştirmek, ya da tamamen atarak, doğru veya yanlış, yeni bir iddiaya
sarılmak olacaktır. Bu nedenle ideoloji bireylere yanlış betimlemeler yerine
doğruları sunularak kökten dönüştürülemez… yani ideoloji bu anlamda sadece
bir hata değildir. Bir bilinç biçimine, ne kadar yanlış olursa olsun, sırf
bir olgusal yanılgı içinde olduğu için ideolojiktir diyemeyiz. “İdeolojik
hata”dan söz etmek, belirli nedenleri ve işlevleri olan bir hatadan söz
etmektir. (10p.)
|
6.
Flört şiddetinin, onu ev-içi şiddetten farklı kılan ne
gibi özellikleri vardır? Açıklayınız. (30 Puan)
Flört
şiddeti, flört ilişkisi içindeki bireylerin birbirlerine cinsel, fiziksel,
sözel ve duygusal istismar uygulaması ve sosyal kısıtlamalara maruz bırakması
olarak tanımlanabilir. Flört şiddetinde kişi diğerine kötü davranarak kendi
kontrolünü devam ettirmeye çalışır. Flört şiddeti, nedenleri, yaşanma şekli
ve sonuçları bağlamında değerlendirildiğinde diğer şiddet türlerinden
farklılaşmaktadır. Bunun bir nedeni, bu grubun toplumsal değerlerinin yeni
oluşuyor olması nedeni ile yaşadıkları şiddetin farkında olmayabilmeleridir. Yaşam deneyimi bakımından zayıf ve
karakteri henüz oluşma aşamasında olan bireyler, şiddetli ilişkiyi ilişkinin
olağan biçim olarak görebilmekte veya kendilerine yönelik değersizlik algısı
geliştirebilmektedirler. (10p)
Flört
şiddetini ev içi şiddetten ayıran bir diğer neden nikâh olmaksızın
cinselliğin her biçimiyle toplumda bir tabu niteliği taşıyor olmasıdır.
Toplumsal tabular, bir toplumda var olan ancak üzerinde konuşulmaması
hakkında toplumun genelinde gizli bir uzlaşmanın hâkim olduğu konulardır.
Toplumdaki ortalama tip, tabular hakkında konuşmaz, konuşulmasından rahatsız
olur veya konuşulduğunda şakaya vurarak konuyu karikatürize etme
eğilimindedir. Flört ilişkileri temelinde cinsel çekim bulunan insanlar arası
ilişkiler olarak karşımıza çıkar. Genel olarak sevgili olma, sevgililik
şeklinde ifa edilmektedir. Temelinde cinsel çekimin olması, flört
ilişkilerinin de genel olarak tabu niteliği taşımasına neden olmaktadır. Bu
tabu niteliği nedeniyle bu tür şiddetin mağduru olan gençlerin ailelerinden
yardım alma olanağı ev içi şiddet mağdurlarından daha düşük olmaktadır. Gençlerin flört ilişkilerini açık
etmek istememeleri ve şiddete karşı duracak güçten yoksun olmaları
ilişkilerinde yaşanan şiddeti ilişki dışına çıkarmamalarında etken olabilir.
Gençlerin olası bir şiddet problemini çözmede başvuracakları, yardım
isteyecekleri kimse bulunmayabilir. Benzer deneyimler yaşayan kişilerin
varlığı, yaşanan şiddetin normal olduğu düşüncesine neden olabilmektedir.
Ayrıca ergenlik döneminin verdiği bağımsızlık duygusu gençlerin yetişkinlere öneri
almak amacıyla başvurmaktan kaçınmalarına neden olabilmektedir. (10p)
Flört
şiddetini farklı kılan bir diğer neden ise, gençlerin yaşadıkları şiddetle
nasıl başa çıkacaklarının bilincinde olmayabilmeleri, ilişki içerisinde
oldukları kişiye yönelik sevgilerinden ötürü yaşadıkları şiddeti göremiyor
olabilmeleridir. Flört ilişkilerinde, şiddetli davranışlar romantizmle veya
sevmeyle ilişkilendirilerek meşrulaştırılabilmektedir. (10p) Flört şiddetinin fiziksel, psikolojik ve sosyal olumsuz
sonuçları, bu dönemde yaşanan şiddetin daha sonraki ilişkilere de etki edecek
olduğu düşünüldüğünde bu konunun daha çok daha derinlemesine ele alınması
gerektiği, flört şiddetinin önlenmesi ve ortadan kaldırılması için çaba sarf
edilmesi gerektiği sonucu açıkça ortaya çıkmaktadır.
|
7.
Refah devleti doktrininin batılı ülkelerce
benimsenmesi ve terk edilmesi hangi dönemlerde, hangi olaylar ve etkenler
sonucunda olmuştur? Kısaca açıklayınız. (30 Puan)
Refah
devleti kavramı, tüm uyruklarının refahını (yani sadece hayatta kalmaktan
fazlasını; belirli bir toplumda, belirli bir zamanda, onurlu bir şekilde
hayatta kalmayı) sağlamanın devletin yükümlülüğü olduğu düşüncesini ifade
eder.
Refah
devleti doktrini, Büyük Bunalım, Sosyalizm tehdidi ve İkinci Dünya Savaşı’nın
gündemde olduğu 30’lu yıllarda Batı ülkelerinde yaygın kabul görmeye başlamış
ve neo-liberal politikaların güç kazanmaya başladığı 70’li yıllardan itibaren
genel olarak terk edilmeye başlanmıştır. (10p)
Refah
devletinin ortaya çıkışındaki muharrik güçler şöylece sıralanabilir:
- Zayıf düşen, kendi kurtuluşunun
koşullarını kendi başına ve siyasal yardım olmaksızın yaratmaktan aciz
kapitalist ekonominin baskıları;
- Kendini ‘ekonomik dalgalanmalar’
karşısında tek başına ve siyasal yardım olmaksızın korumaktan aciz,
örgütlenmiş emeğin baskıları;
- Siyasal denetimden yoksun bir
ekonominin kemirici tesirlerini geçiştirmede devletin üyelerine yardım
etmesine duyulan acil ihtiyaç. (10p)
Refah
devletinin terk edilmesinde etkili olan muharrik güçler şöyle açıklanabilir:
Refah
devleti, sosyal sınıflar arasında yeniden bir sosyal sözleşme sağladı. Onun
başarısı da bu barış getirici ve barış koruyucu işleviyle açıklandı.
İşçilerin kapitalist patronları tarafından koyulan kurallara itaatini daha
iyi muhafaza etti ve bunu sadece zorlayıcı tedbirlerle desteklenen çalışma
etiğinin yapabileceğinden çok daha ucuz bir bedel karşılığında yaptı. Refah
devleti sürekli olarak “emeğin yeniden metalaştırılması”nda çok önemli bir
rol oynadı; iyi nitelikli bir eğitim, yeterli sağlık hizmeti, nezih konutlar
ve yoksul ailelerin çocukları için sağlıklı beslenme sağlayarak kapitalist
endüstriye çalıştırılmaya müsait emekten oluşan düzenli bir stok oluşturdu;
bu tek bir firmanın veya şirketler grubunun kendi başına ulaşamayacağı bir
sonuçtur.
Bununla
birlikte, işverenlerin artık devletin bakımı altındaki yedek sanayi ordusuna
tekrar ihtiyaç duymaları ihtimali giderek azalıyor. Halihazırda gereğinden
fazla emek gücü bir daha asla bir meta olmayabilir; bunun sebebi talep
yokluğundan dolayı emeğin kalitesinin düşmesi değildir. İç piyasasından hala
doğması muhtemel olan böyle bir talep –gündelik, rastgele ve esnek (yani “son
derece göze çarpan” ya da “iyi eğitilmiş” olmayan) işçilere olan talep- refah
devletinin sakin ve huzurlu günlerinde yetiştirmeye çalıştığı, iyi eğitim
görmüş, dinç ve kendine güvenen emek gücü çeşidine muhtemelen önem vermez.
Bir
daha muhtemelen gereksinim duymayacakları emeğin “yeniden metalaştırılması”
için harcama yapmakta yarar görmeyen saygıdeğer işadamları, refah
maliyetlerini paylaşmaları istendiğinde, yeni global özgürlüklerini,
paralarını ve girişimlerini dışarıya, daha az talep eden yerlere aktarmak
için kullanırlar. Refah standardını sağlam tutmakta ısrar eden hükümetler
bundan dolayı “çifte darbe” yemekten korkarlar: Evsizler ve yoksulların
içeriye akın etmesi ve sermayenin (ve dolayısıyla potansiyel gelir
kaynaklarının) dışarıya akın etmesi. (10p)
|
10 Puanlık İkramiye Soru:
8.
Aşağıdaki şiir kime aittir? Yazıldığı bağlamı
gözeterek şiiri açıklayınız.
“Yıkılıpdur
bu cihân, sanma ki bizde düzele!
Devleti
çarh-ı denî verdi kamu müptezele,
Şimdi
ebvâb-ı sa’âdetde gezen hep hezele
İşimiz
kaldı hemân merhamet-i Lem-Yezel’e.”
Şiir,
26. Osmanlı Padişahı III. Mustafa’ya aittir. (5p.) Günümüz Türkçesi ile şöyle ifade edilebilir:
“Dünya
yıkılıp gitmektedir, bizde düzeleceğini sanma.
Alçak
felek devlet çarkını aşağılık kimselerin eline verdi.
Şimdi
saadet kapısında gezenler hep o yüzsüzlerdir.
İşimiz
Allah'ın merhametine kaldı.”
1757
ve 1774 yılları arasında hüküm sürmüş olan Padişah, bu şiiri ile o dönemde
Osmanlı idaresinde yaşanan yozlaşmayı ifade etmektedir. Bu bakımdan Tanzimat
ve dağılma dönemlerine giden yolun o zamanlardan açılmış olduğunu,
Padişahların dahi bu konuda elinin kolunun bağlanmış olduğunu ifade etmesi bakımından
ilgi çekici bir şiir olarak değerlendirilebilir. (5p.)
|
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder